Uluslararası uzmanlar Almanya'ya dış politika değişikliği çağrısı yaptı
Alman ve uluslararası uzmanlar, Almanya'nın İsrail'e yönelik koşulsuz destek politikasından vazgeçmesi gerektiğini savundu. Bildirgeye 170'ten fazla Orta Doğu uzmanı imza koydu ve çağrı metninde Alman dış politikasının temelinin yeniden değerlendirilmesi istendi.
Bildirgenin temel vurguları
Bildirge, Almanya'nın tarihsel sorumluluğunun, özellikle Nazi döneminde milyonlarca Yahudi'nin katledildiği gerçeğinin kabul edildiğini belirtiyor. Ancak metin, bu sorumluluğun mevcut İsrail hükümetinin tüm eylemlerine koşulsuz destek verilmesini gerektirdiği biçimde yanlış yorumlanmaması gerektiği uyarısını yineliyor.
Uzmanlar, Almanya'nın dış politikasını Staatsraeson (devlet aklı) doktrininden çıkarıp, bunun yerine uluslararası hukuka, Alman Anayasasına ve daha geniş bir tarihsel sorumluluk anlayışına dayandırmasını talep ediyor.
Öne çıkan imzacılar ve talepler
Bildirgeyi Orta Doğu uzmanları Philip Holzapfel, Daniel Gerlach ve Muriel Asseburg hazırladı. Metne soykırım araştırmacısı Ömer Bartov, Orta Doğu uzmanı Kristin Helberg, yazar Charlotte Wiedemann, eski Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, eski İsrail Büyükelçisi Ilan Baruch ile çok sayıda uluslararası hukuk, siyaset bilimi ve diplomasi uzmanı destek verdi.
Uzmanlar, Almanya'dan şu adımları atmasını istiyor: dış politikasını uluslararası hukuka esas kılmak, eşit haklara dayalı barış çabalarına öncelik vermek ve 1967 sınırları içinde Filistin Devleti'ni daha fazla gecikmeden tanımak. Ayrıca bildirgede, Almanya'nın İsrail'e yönelik silah ihracatını durdurması gerektiği vurgulandı.
Güvenlik odaklı politika eleştirisi
Bildirgede, öncelikle İsrail'in güvenliğine odaklanan politikanın Almanya'nın uluslararası güvenilirliğini zedelediği; bu yaklaşımın giderek hukuka ve anayasaya aykırı hale geldiği ifade edildi. Uzmanlar, dış politikanın hukuk ve insan hakları çerçevesinde yeniden şekillendirilmesinin önemine dikkat çekti.
Metin, Almanya'nın tarihsel yükümlülüğünü kabul ederken bunun, uluslararası hukuku gözetmeyen ve insan hakları ihlallerini meşrulaştıran bir kanaate dönüşmemesi gerektiğinin altını çiziyor.