
İstanbul'daki Çerkezlerin Tarihsel Varlığı ve Kültürel Mirası
Çarlık Rusyası'nın 1864'te gerçekleştirdiği Çerkez Sürgünü, İstanbul'daki Çerkez topluluğunun tarihsel geçmişi ve kültürel mirası üzerinde derin izler bırakmıştır. Kafkas Vakfı Kurucular Kurulu Üyesi Mehdi Nusret Çetinbaş ve Çerkez asıllı Araştırmacı Yazar Dr. Yılmaz Nevruz, bu süreci ve Çerkezlerin İstanbul'daki varlığını detaylı bir şekilde ele almıştır.
Çerkez Sürgünü ve Başlangıcı
Dr. Yılmaz Nevruz, ailesinin Çerkez Sürgünü sırasında Osmanlı Devleti'ne sığınarak Eskişehir'e yerleştirildiğini belirtirken, sürgün döneminin Çerkezler üzerindeki etkilerini vurguladı. 1864 yılı itibarıyla Kafkas halklarının yüzyıllarca süren direnişinin sona erdiği bir dönüm noktası olarak kabul edilen bu tarihte, yüz binlerce insan zorla göç ettirilmiştir.
Göç Süreci ve Dağılış
Çerkezler İstanbul'a yerleşirken, genel olarak Beşiktaş, Karaköy, Üsküdar ve Kadıköy gibi bölgelere dağıldılar. Bu süreçte, birçok kişi Osmanlı döneminin aktif subaylarına ait konutlara yerleştirilmiş ve ilk başlarda hayvancılık yaparak yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır. Yılmaz, sürgün döneminde Çerkezlerin geleneklerini koruyarak kendi adetlerini sürdürmeye devam ettiklerini ifade etti.
Çetinbaş'ın Vurguları
Kafkas Vakfı'ndan Çetinbaş, Çarlık Rusyası'nın uyguladığı imha politikalarına dikkat çekerek, 1864'te 1 milyon 500 bin insanın yaşadığı Karadeniz kıyılarında bugün yalnızca 15 bin insanın kaldığını vurguladı. Balkanlara da göç eden Çerkezler, bu süreçte Osmanlı ordusu içinde görev alarak tarihsel olarak önemli bir rol oynamışlardır.
İstanbul'daki Çerkezlerin Günümüze Yansımaları
Yılmaz, İstanbul'daki Çerkez dernekleri ve vakıflarının, kültürel değerleri korumaya yönelik çabalarının azaldığını, ancak bu yapıların geçmişten gelen mirası ayakta tutma gayretinde olduklarını da dile getirdi. Geçmişten süzülen geleneklerin, dilin ve kültürün unutulmaması gerektiği üzerinde durdu.
Çerkezlerin, geçmişten günümüze İstanbul'da nasıl varlık gösterdiği ve kültürel kimliklerini nasıl yaşattıkları, önemli bir toplumsal hafıza ve tarihi sorumluluk olarak öne çıkmaktadır.