Camp David'in mirası: bölgesel denge ve Filistin üzerinde etkileri
Modern Orta Doğu tarihinin kırılma anlarından biri olarak değerlendirilen Camp David Anlaşması, 1978 yılında Mısır ile İsrail arasında ABD aracılığıyla imzalandı. Anlaşma, Mısır açısından ulusal çıkarlar doğrultusunda kazanımlar sağlasa da, bölgesel statüko ve dengeler bakımından Filistin meselesinin uluslararası ve bölgesel destek kaynaklarını zayıflattı. Bu zayıflama, İsrail'in işgal politikalarını güçlendirecek bir ortam yarattı.
Arap dünyasında ayrışma ve Mısır'ın konumu
Camp David sonrasında Arap kamuoyu ve devletleri Kahire'yi eleştirerek bir ayrışma yaşadı. Bu süreçte Mısır, Arap Birliği'nden uzaklaştırıldı; birliğin merkezi bir süre Tunus'a taşındı. Bu gelişmeler, Mısır'ın Arap dünyasındaki saygınlığını ve Filistin davasında liderlik rolünü zayıflattı. Enver Sedat'ın suikastla ölümü ve ardından Hüsnü Mübarek döneminde Kahire'nin eski nüfuzunu yeniden kazanmasının yıllar aldığı görülmüştür. Arap dünyasındaki bu kopukluk, Filistin için birleşik bir siyasi ve diplomatik cephe oluşturulmasını güçleştirdi.
İşgal politikalarının yoğunlaşması: İntifadalar ve yerleşim inşası
Anlaşmanın ardından İsrail, Filistin üzerindeki siyasi ve askeri baskıyı artırdı. 1987-1993 arasındaki Birinci İntifada sırasında uygulanan orantısız güç, toplu cezalandırma biçimleri ve sivil kayıplar bölgede ciddi insan hakları sorunları yarattı. Arap devletlerinin sınırlı tepkisi, Filistinli hareketlerin dış desteğe ulaşmasını zorlaştırdı. Ardından 2000-2008 arasında yaşanan İkinci İntifada, ağır sivil kayıplar, altyapı tahribatı, Batı Şeria'da yoğun yerleşim inşası ve uzun mesafeli güvenlik önlemleriyle işgal politikalarının geldiği noktayı gözler önüne serdi.
Normalleşme adımları ve Filistin'in yalnızlaşması
Camp David ile başlayan normalleşme eğilimi, sonraki yıllarda başka Arap ülkelerinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesine zemin hazırladı. 1994'ten sonra Ürdün'ün İsrail ile barış imzalaması, takip eden yıllarda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn'in 2020'de imzaladığı Abraham Anlaşmaları ve sonrasında Sudan ile Fas'ın normalleşme adımları, Filistin mücadelesinin bölgesel önemini azaltan gelişmeler olarak algılandı. Bu süreç, ABD ve İsrail ile ilişkileri önceliklendiren bazı Arap yönetimlerinin Filistin meselesinde daha sınırlı tutum almasına yol açtı.
Güncel kırılma: 7 Ekim ve sonrası
İsrail'in Filistin'deki işgal ve güvenlik politikaları, Gazze'de yaşanan çatışmaların dozunu artırdı. 2008, 2012, 2014, 2018, 2021 ve 2022 yıllarında Gazze'ye yönelik saldırılarda yüksek sivil kayıplar bildirildi. 7 Ekim 2023'ten bu yana devam eden operasyonlar, uluslararası aktörlerce ve insan hakları kuruluşlarınca yoğun eleştirilere hedef olmuştur; birçok gözlemci bu operasyonları bazı platformlarda "soykırım" tanımıyla nitelendirmiştir. Arap kamuoyunda zaman zaman güçlü tepkiler ortaya çıksa da, rejimler düzeyindeki normalleşme eğilimleri ve iç politika kaygıları kalıcı ve etkili bir bölgesel müdahale oluşmasını engelledi.
Oslo, iki devletli çözüm ve sonuç
Camp David'le başlayan süreç, daha sonra Oslo gibi barış girişimleriyle devam etti; ancak bu süreçler İsrail'in yerleşim politikasını ve Filistin tarafındaki siyasi ayrışmayı fırsat olarak değerlendirmesine engel olamadı. Sonuç olarak, iki devletli çözüm beklentileri fiilen zayıflarken Filistinli taraflar işgal politikalarına karşı daha kırılgan hale geldi.
Değerlendirme
Camp David Anlaşması, Mısır için ulusal çıkarlar doğrultusunda bir kazanç olarak görülebilir; ancak bölgesel düzeyde Filistin mücadelesinin yalnızlaşmasının başlangıcı olması bakımından stratejik bir hata olarak da yorumlanabilir. İsrail açısından ise anlaşma, bölgesel destek zayıfladıkça işgal politikalarının yoğunlaşmasına katkı sağlayan bir kırılma noktası olarak değerlendirilebilir.
Prof. Dr. İsmail Numan Telci, Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir.
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.